7 Ekim 2013 Pazartesi

Neler oldu neler....


Neler oldu neler....

Babamız iş seyahati sebebiyle Türkiyeye gitti..  Ben kaldım burada iki çocukla.. Herşeey pek güzeldi başlangıçta... Ama önce enteresan bir şekilde otoparktaki koskoca sütunu görmeyip sola doğru geri geri giderken arabanın sağ tarafını komple sütuna çarparak pek de hoş olmayan bir başlangıç yaptım... Aslında iyi bir şoförümdür.. En azından ben öyle düşünüyorum.. hatta eşim ilk yaşammda dolmuş şöförü olmuş olabileceğimi bile söyler... Ama ilk kazam geri geri giderken – yeni ehliyet almıştım – gene otoparkta arkamı aynadan kontrol ettiğim için koskoca meşe ağacına çarpmamla olmuştu... bu da ikinci... Bu sefer de sütun... Evet tabii arabanın sağ tarafı birazcık göçtü, aynam sallanıyordu falan filan..

Birkaç gün sonra akşamüzeri çocuklarla evin önünde bisiklete binerken, defnemi uyardığımı hatırlıyorum... Hatta defne bile hatırladığına gçre gerçekten de uyarmışım... ‘Defnecim öyle dönme bisikletle düşersin canım’ dedim.... Ve düştü.... Sağ elinin üzerine... Koşarak gelip kaskını çıkarttı, bisikleti yerine park etti ve içeri geçtik... İlk hatırladıklarım bunlar.. Buzla pansuman yaptık, krem sürdüm... Şişti tabii... Ama sonra sakinleşti ve ağlaması sonlandı... Keyfi yerine geldi.. Düşündüğüm tek şey ‘kırığı olsa ağrıdan duramaz’ olduğu için, Defnem de rahatladığından, gene de bir ibufen içirip yatırdım açıkçası...

 

Ertesi sabah okula götürdüm ama içim de çok rahat olmadığı için gene de bir doktor görsün dedim... Başladım ortopedi doktorlarını aramaya... Türkiyedeki gibi hastaneyi ara ordan ortopedi doktorlarını sor gibi bir mantık yok burada.. Sanki hastane içinde bir sürü muayenehane var gibi... Yani her doktorun sekreteri ve telefonu farklı... En yakındaki hastaneyi aradım hiç ortopedi doktoru yok müsait olan.. Tamam o zaman en erken müsait olan GP den randevu alalım nasılsa flim çekilecek orda ortaya çıkar herşey diye düşündüm.. randevumu aldım, defneyi okuldan erkenden aldım ve gittik. Bu arada Defne gayet iyi, ağrı sızı yok..

Doktor baktı, bazı hareketler yapmasını istedi Defnenin, yapamayınca da, kırık olabilir diye flim istedi... Epeyce bekledikten sonra filmimizi çektirdik, raporumuzu aldık ve doktora geri geldik... Evet minnacık bir ‘yerinden çıkmış’ kemiğimiz varmış başparmağımızın alt kısmında... Ama önemli değilmiş ufacık olduğu için, 4 kat bez gibi bir bandajla sardı ve 1 haftaya kadar geçer dedi... Biz de eve geri döndük...

Eşimin ailesinde çok doktor olduğu ve hepsi de sağolsunlar bizimle çok ilgilendikleri için hemen Halamız raporu istedi benden... Bu arada Defne Salı akşamı düştü.. Çarşamba sabah doktora gidildi flim çekildi.. Çarşamba akşamüzeri rapor halamıza iletildi Ankaraya... 2 saat sonra halamız telefon etti, siz hemen bir ortopedi doktoruna gidin bununla yetinmeyin dedi. Bir de filmleri istedş benden... Perşembe sabahım Durbandaki neredeyse tüm ortopedi doktorlarını telefonla tek tek aramakla geçti... Cuma günü 12 günlük okul tatili başladığı için doktorlar genelde ya yoklar, direkt telesekreter çıkıyor ya da sekreter cevaplayıp en erken 2 haftasonraya randevu verebiliriz ‘sorun acil ise GP’ye gidin’ diyor... ne ala... Çocuğumun kemiği kırıldı tamam tatil varsa 2 hafta bekleriz dert değil dememi bekliyorlar herhalde...  en sonunda 40 km uzaklıktaki bir hastaneden bir doktoru buldum aynı gün akşamüzerine...

Babamızı gittik karşıladık havaalanından, sonra iki çocukla taaaaaaaa 40 km uzaklıktaki (Durbanda yaşayan biri için - her ne kadar İstanbulda doğmuş büyümüş olsa ve Moskovada 6 yıl yaşamış olsa da insan iyi şeye çabuk alışıveriyor- 40 km çokkk uzun bir mesafe)hastaneye gittik... Doktoru hiç ama hiç sevmedim... Elle muayene bile etmedi kızımı... Uzaktan baktı, rapora baktı, 4 kat olan sargıyı açtı ve çok sıkı olmuş gerek yok, bir kat sargı yeter dedi... Elini tek katla gevşek gevşek sardı.. Bir hafta sonra tekrar film çektirin dedi ve bizi geri yolladı... Dünya kadar para aldıktan sonra tabii....

Geri  dönüş yolunda, trafik dur kalk ilerlerken, ben dururken arkamdaki araba geldi bana çarptı... Neyse ki eşim vardı yanımda, yoksa hakkaten inanmazdı bana bu kadar üstüste gelen olaylara.... Arkamdaki şöfor ‘ilaç kullanıyordum kusura bakmayın’dedi... nasılll yani????

Bu arada filmler de Ankaraya ulaşmıştı... Ve Ankaradan beklenen cevap geldi... Bu elin acilen ameliyat edilmesi gerekiyor.... Nasıl yani??? El cerrahı, bu kırılan yerin, büyüme kemiklerinden olduğunu ve yaşı itibariyle eğer doğru bir şekilde oturtulmazsa, ilerde praoblem yaratabileceğini söylemiş doktor... Üstelik bu el, sağ el ve başparmak... Doktorların bu kadar rahat olmalarına da ayrıca çok şaşırmış.. Bize Pretoria’daki çok iyi bir başka arkadaşı olan doktorun kontak bilgilerini verdi... Hemen onunla irtibata geçtik Cuma sabahı... Ama o doktor da diğer birçok doktor gibi 12 günlük tatilde yurtdışına gittiği için kendisini beklememiz gerektiğini ve acilen ameliyat olmasının en doğru seçenek olduğunu söyledi...

Sonrasında ne oldu... tabii ki hemen uçak biletlerimiz ayarlandı ve anne kız 3 uçak değiştirerek 22 saatlik kapıdan kapıya bir yolculukla Ankaraya Pazar günü varabildik... Oğlan mı???? Babayla evde, Durban’da kaldı... İşin o kısmı çok ayrı bir hikaye, tek söyleyeceğim yaklaşık iki hafta boyunca Kuzeyimin babayla ve Rachael ile Durban’da tek kaldığı... Canım benim... Ama bu kadar yola onu götürmem mümkün değil di tek başıma ve babamız da daha yeni Türkiyeden döndüğü için bizimle gelmesi iş açısından mümkün değildi...

Pazar günü geldik... Pazartesi günü tahlillerimiz yapıldı, röntgen çekildi ve Salı sabahı ameliyata alındı Defne... Kırık yerine oturtulup dışarıdan bir tel içeri sokularak sabitleme yapıldı... ve üzerine atel konulup sargı ile sabitlendi... Aslında çok basit bir operasyon ama genel anestezi olunca hele de söz konusu bir çocuk olunca ameliyatın büyüğü küçüğü olmuyor tabii... Canım kızım... Kuzey ameliyathaneye gitmeden verdikleri şurup ile ne kadar agresifleştiyse Defnem de bir o kadar rahat ve sakindi... Sedyede mayıştı hatta... Ameliyathanenin kapısına kadar Banu Halası ile bareber gittik ve öpücüklerle onu doktorlarına teslim ettik...   

1,5 saat sonra ise Defnem odaya geldi... Anestezi sonrası biraz zor geçti ama 2 saate toparladı kendini... Hatta o kadar toparladı ki, akşama gene azgınlıklar başladı... Hoplamalar zıplamalar... Defne aynı Defne... ne desen fayda etmiyor... 5 hafta elindeki tel duracak, çıkartıldıktan sonra 2 hafta daha sargılar duracak. Aralık ayı sonuna kadar da spor faaliyetlerinden uzak duracak... Ama hala nasıl bir enerji nasıl bir hareketlilik, aklım almıyor... J


Ankaradaki günlerimiz bitti... Döndük evimize... Bu zamana kadar ki kısım mı zordu yoksa, bundan sonra Defneyi 3 ay boyunca resim dersinden, yüzmeden, playball daan, jungle gymden uzat tutacağımız dönem mi zor olacak emin değilim....  

 

20 Ağustos 2013 Salı

İyi ki doğdun Prensesim....

Aylardır takvimin üzerine işaretleğimiz  PARTY yazan kutucuğa kaç gün kaldı diye sayıp duruyorduk.... En sonunda günler azaldı, tarih yaklaştı...Heyecan arttı... Beraberce, partiye katılacak arkadaşlara parti paketleri hazırlandı... Evet burada bir de bu var... benim bildiğim doğumgününe gelenler hediye getirir... Tamam onlar da getiriyor ama bazen doğumgünü sahibinin ailesi o kadar abartıyor ki, getirilen hediyeden çok daha fazlası misafir çocuklara hediye ediliyor.... Biz tabii o kadar fazlasına kaçmak niyetinde değildik... Ne yapalım diye çok düşündük, çok yer gezdik... Genelde burada bir şeyin içine başta şeker, ıvır zıvır yiyecek olmak üzere oyuncak falan koyuyorlar... Kızlara ayrı erkeklere ayrı paket yapılıyor. Ama kızlara koydukları bebekler genelde ikinci gün bir kenara atılıyor... En azından bizim evde durum böyle... Benim de aklıma bardak vermek geldi... defne de çok sevdi fikrimi, çünkü bu aralar bardak konusunda çok hassasıs... Su bardağımız var.. Süt bardağımız var... gece baş ucu bardağımız var... Ve bu bardaklar onun... Kimse kullanamıyor... O yüzden herkese bardak hediye etmek güzel geldi Defneme...

Bir hafta evvel cumartesi günü, benim daha evvelden aldığım ıvır zıvırları bardaklara doldurduk... İçine, Partime geldiğiniz için teşekkür ederim diye  diye bir kart yazdık, Defne de altına adını yazdı, kartı kalplerle süsledi... Sonra da kızlarınkini kırmızı pakete, erkeklerinkini de yeşil pakete koyduk...



 



Parti sabahı ben çocuklarla beraber parti mekanına gittim sabahtan... babamıza ise en önemli ve zor görevi verdik... Yiyecekleri ve pastayı sipariş ettiğimiz yerden alma görevini... Ne kadar çok 'aman dkkat et, pastaya birşey olmasın' dediğimi tahmin edebilirsiniz sanırım.

Defnenin kıyafetinin de bir hikayesi var... Moskovada yaşayanlar bilirlerö Monsooniun fiyatları epeyce yüksektir ama indirim olduğunda, hele hele de ikinci indirim de, fiyatlar aşağılara düşer.. Ama beden artık ne bulursan onu alırsın... ben bir kere 46 beden gece elbisesi almıştım mesela :) Neyse Defne daha 2,5 yaşındayken gene böyle bir indirimden Defneye iki tane elbise almıştim, komik bir fiyata... Bir tanesi 6-7 yaş diğeri ise 11-12 yaş :) İlerde gşyer diye.... İşte o 6-7 yaş elbisesi bu doğumgününe kısmetmiş... Doya doya giydi ve bence çok da güzel oldu... Öbür elbiseden henüz haberi yok bu arada...

Her neyse, parti saati 10-12 arasıydıçç Mekan Flying Donkey diye bir yer...Aslında at çiftliği, binicilik dersleri veriliyor, ama ortasına da doğumgünü partileri için güzel bir mekan yapmışlar... Bir saat 2 tane at geliyor, çocuklar o atlara binip gezebiliyorlar.. Oyama yerleri falan var.. Yani çocukların eğlenebileceği bir sürü imkan mevcut...

İlk geldiğimiz sene yaptığımız partiye sınıfından sadece 3 kişi katılmıştı.. Defnem üzülmesin diye o gün kırk takla attığımı hatırlıyorum... Neyse ki üzülmedi, çok mutluydu tüm gün... Ama bu sefer sınıftan kızlardan 2 kişi dışında herkes tam kadro ordaydı... Üstelik uzun haftasonu olmasına rağmen, erkeklerde ise sadece Connor geldi... Ama bu yaşlarda sanırım böyle, kızlar kızlara erkekler erkeklere gidiyor.. Connor da sanırım annesi ile olan arkadaşlığımdan dolayı katıldı :) Ama sınıf arkadaşlarımız dışında Türk ekibimiz bizi yanlız bırakmadı, sağolsunlar.. Eda, Hande, Kerem tam kadro ordaydı Defne için... Bu arada hala Kerem'in aldığı ayıcıkla uyuyoruz... (Turkish friend'im aldı diyor herkese...)

Parti çok güüzel geçti.. Koştular, zıpladılar, ata bindiler, bol bol ıvır zıvır yediler... Ve pasta geldi... Onu da yediler... Tekrar hopladılar zıpladılar... Ve eve gitme vakti geldi... efne normalde huysuzlanabilirdi ama hediyeler buradaki adetlere göre evde açılıyor... (Geçen sene Defne herke hedşyesnş verince, paketi yırtıp açıp öpünce yabancılar pek bir şaşırmıştı...) Eve geldik... hediyelerimiz tek tek açtik... Ama önce Kuzeyi öğle uykusuna yatırdık ki, Defnenin hedyelerini ellemesin diye....(Defne öyle dedi....) Bütün hediyelerimizi çokkkk beğendik, çok mutlu olduk... Hatta en yakın arkadaşlarından biri Çinli... Tatilden gelirken defnenin hediyesini ordan alıp gelmişler... Kat kat beyaz bir elbise... Seneye doğumgününde o elbiseyi giyecekmiş, belirledik şimdiden...

Veee kızım 6 yaşında artık... Doğumgünün kutlu olsun bebeğim... Allah sana mutluluk, sağlık, şans versin... hep iyi insanlarla taniştirsin seni ve hiç kalbin kırılmasın.... Seni çok ama çokkkk seviyoruz.... İyi ki varsın....







Yatak mı otopark mı...

Evet biraz geç de olsa bebek yatağımızdan kurtulduk ve artık bizim de güzel bir yatağımız var... Var ama acaba rahat mıyız emin değilim, çünkü daha evvelki küçük yatağımızda sanırım uyumak için daha fazla yeri vardı Kuzeyin... Şimdi ise yer çok nasıl olsa mantığıyla başta arabaları olmak üzere kitaplarını, yumuşak oyuncaklarını , su şişesini yanında istiyor...

İlk yattığı gece çok komik oldu... Okuldan gelip yatağını görünce çok sevindi.. Çarsaf da arabalı olunca zaten keyfine diyecek yoktu... Gece gayet güzelce herşeyini alarak yattı... Hemen de uykuya daldı. Ama bir kaç saat sonra ağlayarak uyandı, beni çağırdı... Gittim, kucağıma gelmek istedi, aldım, gömme dolabının alt çekmecesini gösterdi parmağıyla... Kucağımda Kuzey ile beraber gidip açtık çekmeceyi... O çekmecede kitapları vardır bu arada... Kuzeycik, kitap almak yerine, çekmecenin içine girek istedi, uyku sersemi.. Sanırım kendine daha küçük, daha korunaklı bir yer arıyordu... Epeyce bir süre içine sığmayı denedi ama çok başarılı olamadı... Üzüldü.. Sonra kitaplarının içinden birkaç tane seçti ve onları yatağına götürüp hiçbirşey olmamış gibi yatağına yattı ve uyudu...

Biz geniş yatağında rahat rahat yatar diye düşünürken sanırım o, küçük ama bildiği ortamda huzurlu bir şekilde uyumayı tercih ediyordu... Ama bu sadece ilk gece oldu... Sonra ki geceler de arabaları, doğduğundan beri asla onsuz uyumadığı beyaz tavşan köpek karışımı yumuşak oyuncağı ve kitapları ile tatlı uykulara daldı minik oğlum benim....


Kuzey ilk gece uyurken... Henüz uyanıp kitaplar eklenmemiş arabalara....
Evet biliyorum, hala emzik kullanıyor.... Ama en azından sadece uyurken :(

23 Nisan 2013 Salı

Yeni bebeğim Akimba... Minik Afrika Aslanı... :)

Üçüncü çocuğumla tanışmıştınız ... Dream Bag...
Şimdi ona da bir kardeş geldi.. Hem de taa Afrikadan. Afrika esintileriyle...Minik aslan Akimba

Minik aslan diyorum, çünkü Akimba burada aslanlara verilen isimlerden biri... Hani bizde kedilere Pamuk, köpeklere Tarçın sık konulan isimlerdendir ya.. Bu da onun gibi...

Akimba çok bebek daha... Büyüyecek, gelişecek.. Ama hep sevgiyle yapılıyor olacak...

Minik aslan Akimba ve arkadaşlarını şuan için
- www.n11.com
- www.pOOplie.com
- www.epttavm.com
- www.tuniko.com
adreslerinde bulabilirsiniz...

Hep diyorum, çocuklar emek ister, sevgi ister... ben onlara çok emek verdim ve onları çok seviyorum... Umarım sizler de benim kadar seversiniz...









7 Nisan 2013 Pazar

Sonunda öğrendik.... :)

Aslında beceremeyeceğimizden değil de sanırım fırsatımız olmadığından biz iki tekerlekli bisiklet işini bu kadar geç halledebildik...

Malum Moskovada Rusların tabiriyle 10 ay kış, yılın kalan iki ayı da yazı beklemekle geçiyordu... Bu az sayıdaki yağmursuz ve güzel günlerde de çocuklar genelde 'samakat'la yani tam Türkçe tabirinin olmadığı 'scooter'a biniyorlardı.. Defne de tam bir samakat canavarıydı, 2.5 yaşından beri her fırsatı olduğunda bindi ve artık bizden 'usta sürücü' ehliyeti aldı...

Durban'daki son bir yılımızda ise fırsatı oldukça 4 tekerlekli bisiklete ama çoğunlukla da gene samakata bindi... Taa ki bugüne kadar... En sonunda iki tekerlekli bisiklet kiraladık istek üzerine ve sanırım sadece 5 dakikasını aldı dengede durup 'yapabiliyorummmmm anneeeee' demesi...

Bundan sonraki seferlerde artık evde süs diye durmakta olan pembe kaskımızı da alıp bisiklet turlarına çıkabileceğiz artık... tabii şimdi bizden doğal olarak ne istiyor, tahmin edebilirsiniz sanırım...

Iki tekerlekli pembe bir bisiklet....:)


26 Mart 2013 Salı

Hızlı yaşıyoruz hayatı... Mecburen... :)

Zaman o kadar hızlı akıp gidiyor ki... Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor sanki.. Yapılan birşey de yok aslında pek, günlük hayat koşuşturması...

Son zamanlarda hastalıklarla başımız biraz karışıktı. Evde iki tane çocuk ve kendine çok dikkat etmeyen bir baba olunca, hastalık eve bir girdi mi herkesi dolaşıyor ve sonra ikinci turu atmadan evden çekip g.tmiyor. Bir de herkes bir anda hasta olmuyor... Sırayla hep birisi evde hasta... Sanırım sadece anne hem hasta hem de hala anne olmak zorunda :)

Bu hastalıkları atlattık sonunda, okulumuzun ilk dönemi bitti. İlk öğretmen-veli birebir görüşmeleri yapıldı.. Genel olarak herkes herkesden memnun, sorun yok gibi gözüküyor...

Geçen haftasonu uzunca bir aradan sonra ailecek bir tatil kaçamaği yaptık. Burda perşembe resmi tatildi, cumayı da aldık ve Cape Town'a gittik 4 günlüğüne...

Güzeldi.. Tatil güzel olmaz mı? Bir de ben de çocuklar da eşim de gezmeyi seviyoruz. Çocuklar kavga da etseler arabanın arkasında birbirlerini de yeseler, mutlular. İlgiyle merakla dışarıyı izliyorlar, gezdiğimiz yerlerde - arada söylenmeler olsa da - genel olarak heyecan dolular. tatilde genel olarak yediklerine de pek karışmamayı tercih ediyoruz, ana yemeklerini yedikleri müddetce ıvır zıvır için izin var tatilde... Mutlu olsunlar, bu tatil onların da tatili, onlar da okula gittiler, başarılı oldular ve şimdi eğlenmek onların da hakkı...

Gezerken bizim için herşey o kadar hızlı ki... Bir yere bakarken öbür tarafa koşup onun heyecanını yaşıyorlar. Tabii mecburen biz de arkalarından... yani şehir romantik bir şehirmiş, şöyle güzel şarap içilirmiş, böyle güzel müzeleri varmış, alışveriş yapılırmış... Şimdilik bizim için bir anlamı yok... Bir yere girdin, bak, alışveriş yap, birşey kırılmadı mı tamam şanslısın ve 10. dakika da çık... Genel olarak böyle halimiz... Hızlı yaşıyoruz yani hayatı