24 Nisan 2012 Salı

Üç şehir arasındaki binbeşyüz farkı bulun.... :)

Yazmam lazım, yazacağım, yazamadım derkennnn gerçekten de bunca zaman yazmamışım onu farkettim... O yüzden şimdi hemen yazıyorum...

İşte gördüklerim, şaşırdıklarım, sevdiklerimle Durban...

  • Öncelikle insanlar genel olarak çok nazik... Şaşırmamak elde değil. Yolda yürürken sırf çocuğun var diye sana gülümseyenler, çocukları sevenler, birbirlerine selam verenler ve hatta ve hatta 'günaydın' - 'nasılsınız' gibi medeni kelimeler kullananlar var... Hatta diyebilirim ki çoğunluk böyle... Moskovadan sonra bir kültür şokundayız diyebilirim... Benzinciye gidiyorsunuz, arabadan inmiyorsunuz bile, pompacı geliyor 'iyi günler bayan. Nasılsınız? size nasıl yardımcı olabilirim?' gibi bir cümle sarfediyor... Şok tabi bizim için.. Hatta sonra kredi kartı ile ödiyeceğinizi söyleyince heemen pos makinasını getiriyor. Ve tüm işlem bittikten sonra size güzel bir gün ve iyi yolculuklar diliyerek sizi uğurluyor... pes... Bu kadar da olmaz... Moskovada 6 sene yaşayan bizler için bu akıl almaz bir durum...

  • Hava genel olarak çok güzel. Gerçi daha sonbaharın ilk ayındayız, çok da anladığımı söyliyemem. Ama şunu söyliyebilirim, burası boşuna sörf cenneti değil... Rüzgar çok... Fakat anlamadığım bir şey var.. Son 6 yılda -35 derecelerde bile dışarı çıkmış olan ben, burdaki 18 derecelik havada üşüyorum... Sanırım henüz vücudum bu iklime alışamadı... Tabii bir de şu var ki, evlerde kalorifer yok ve evlerin içi soğuk olabiliyoor... Yorganı burnuma kadar çektiğimi söylemeliyim... Moskovadan neden kalorifer getiriyorsun diye dalga geçen arkadaşlarıma duyrulur, her yerde elektrikli kaloriferler satılıyor... Evlerin içi kışım gerçekten de serin. tamam kışın en düşük 8-10 derece oluyormuş ama bu demek oluyor ki evin içi de yaklaşık bu ısıda oluyor... Yatın bakalım kalorfersiz...

  • Trafik... Bence inanılmaz keyifli araba kullanmak burada.. bana göre trafik sıkışıklığı diye bir durum yok. Her ne kadar insanlar iş saatlerinde sıkışık trafikten yakınsalar da, ben bunun ne derece bir sıkışıklık olduğunu bilemiyorum... Sanırım burdakiler İstanbulda veya Moskovada hiç araba kullanmadılar...

  • Trafik demişken... Bize öğretilen 'önce sola sonra sağa sonra tekrar sola' adımlarını takip edersek, ezilme ihtimalimiz çok yüksek... Burda tam tersi lazım çünkü trafik soldan işliyor burada... itiraf etmeliyim... Benim gibi bir araba kurdu için bile ilk başta alışmak çok zor oldu... Ama alışılmayacak birşey değilmiş.. Alıştık... Kullanıyoruz...

  • Gene trafikle ilgili bir konu... Araba kullanırken kendimi lunaparkda giibi hissediyorum çünkü yollar 'rotary' lerle dolu... Yani 'göbek'lerle dolu... Sürekli bir göbek var.. Bir sokağa sapmayı atlarsam hiç stres olmuyor insan.. Nasılsa ilerde bir göbek vardır döner gelirim diyoorsunuz.. Ama olay komik bence.. Düz git anında yavaşla. Sağdan gelen arabaya bak, yoksa hemen gazla çıkışını yap, sol sokaktan gelen seni beklemek zorunda. ya düz ya da ikinci veya üçüncü çıkış için dön dur.. Anlatması zor ama arabadayken bana çok eğlenceli geliyor...

  • Hayat çok erken başlıyor ve çok erken bitiyor... Sabah 6da ayaktayız.. Ailece..  İş yerleri genelde 7de başlıyor. Okullar 8de başlıyor. Kreşler de aynı şekilde. İşler genelde 16.30 da bitiyor. Okullar 17de.. Moskovada gece yarılarına kadar oturan ben (ki gene sabah 6da kalkıyordum.. Bilemedin 6.30d) saat 21 oldu mu 'ooooo geç olmuş' diyorum veya diyemiyorum çünkğ çoktan koltukda uyuklamaya başlamış oluyorum...

  • Çocuklar çıplak ayaklarla her tarafta... Her yerde böyleler... İnanılmaz.. Defne okula gdiyor ve ayakkabısını çıkartıyor... Akşam alana kadar bu şekilde dolaşıyor... Kimseyi kınamamak gerekiyor bunu bir kere daha anladım... Daha önceleri ayakları, ayaktırnakları siyah olan çocukların annelerine kızardım 'yahu hiç mi yıkamıyorsun bu çocuğu diye...' Kızmamak lazımmış.. Yıkamaz olur muyum??? Hem de her okul sonrası küvete atıyorum, resmen keseliyorum.. O ayaklardaki siyahları çıkartmak için nasıl keseliyorum anlatamam... Ama çokmıyor bunlar :( Tüm gün sokak çocukları gibi yalınayak gezinince, kumlarda oynayınca, oraya buraya maymun gibi tırmanınca bu parmaklar, tırnaklar da temizlenmez tabii... Var mı acaba bir önerisi olan bu konuda ???

  • Normalde araba alırken, opsiyonel olarak size ne verebilirler.. metalik renk olabilir...  belki müzik sisteminde bir extralar olabilir veya ne bilim cantlarda belki bir şey olur... Bilemiyorum... Burda ne öneriyorlar biliyor musunuz? Darbe geldiğinde kırılmayan cam, araba çalındığında ya da kaçırıldığında bulunsun diye gps ile takip sistemi, lastik patlatılırsa 30 km daha giidebilmesini sağlayan bir sistem.... Çok hoş değil mi???

  • Moskovadaki rüküşlükten sonra burada kılık kıyafet çok rahat... Genelde insanlar parmak arası terlikler ve şortlarla dolaşıyor... Sanki tatil yerinde gibisin...

  • Hintliler çok zengin bu arada... Genelde en şaşalı arabalrın veya evlerin sahipleri Hintliler.. Eğer Hintli değillerse o zaman zenciler... Genelde en mütevazi ve gösterişten uzak yaşayanlar beyazlar...

  • Her yerde kredi kartı geçiyor.. Nerdeyse tuvalet parası bile kredi kartı ile ödenebilir durumda...

  • Radyo istasyonları inanılmaz kötü... Moskovadaki ve Türkiyedeki radyo programlarından sonra burada cd yoksa eğer arabada radyoyu hiç açma bence... Sürekli bir konuşma modundalar... Müzik çaldığında da Hint müziği olma ihtimali yüzde 80-90....

  • Hımmm.... Süper balık var... Kocaman karidesler var... Kocaman derken gerçekten kocamannnn...

  •  Buranın kış mevsimini öve öve bitiremiyorlar... Göreceğiz...

Şimdilik aklıma gelenler bunlar... Offf neyse bu sefer oturdum, yazdım ve şimdi de yayımlıyorum....

16 Nisan 2012 Pazartesi

Kuzey'in ilk mürüveti.... :)

Çok zor çok... İnsan zaten ilk çocuğunu ne kadar zorluklarla büyüttüğünü unutmasa, mümkün değil ikinci çocuğunu doğurmaz...

Bugün önemli bir bir adım attık... Daha doğrusu Kuzey attı, biz de kendimize pay biçtik... Oğlush kreşe başladı... Sadece yarım gün tabii... Ama yarım gün bile olsa, çok büyük bir olay...

Burda hayat erken başlıyor.. İş, kreş herşey erkenden başlıyor, erken bitiyor.. Kreşlerde ve okullarda saat 8 de kapılar kapanıyor.. Çocuklar saat 6.30 gibi uyandırılıyor... Minnacıklar bile.. Bizim minnacığımız da... Gerçi kreşe götürmesem de, Defneyi götürdüğüm için mecburen Kuzeyi de uyandırıp arabaya atıyordum... Şimdi hiç değilse uyanmasının gerçek bir amacı oldu...

Defnenin kreşine gitmiyor. Ona çok daha küçük bir kreş seçtik. Bir Montessori kreşi. Müdürü tam deli dolu bir İtalyan.. Yanında üzeri çiçekli minik bir beslenme çantası taşıyor... Çocuklarla yemek vaktinde yerde oturup beslenme çantasını açıp getirdiklerini yiyor.. Çocuk görerek öğrenir diyor...

Sabah önce Defneyi bıraktım, ordan da Kuzeyin kreşine geldim... Dün gece doğru dürüst uyuyamadım heyecandan, itiraf etmem gerek... Bırakma faslı pek zor olmadı, çünkü Kuzey zaten etrafdaki herşeye şapşal gözlerle bakarken, beni yollayıverdiler...

Aradan 45 dakika geçti. Telefonuma bir mesaj geldi... Okulun müdürü Nicky, Kuzeyin fotoğrafını çekip yollamıs... Miniğim oturmuş ablalarından birinin yanında birşeylerle meşgul oluyor...

 Daha sonra bir telefon gene Nicky'den... 'Herşey yolunda, hamurla oynuyor. Mutlu merak etme ' diyor... Hem mutlu oluyor insan hem de birkaç damla gözyaşı akıveriyor...

Saat 12de açılıyor kreşin kapıları. Daha evvel alamıyorsun böyle bir kural var. Ben tabii geç kalmamak adına erken gidiyorum... Arabamı park edip bekliyorum. Normalde hep öndeki alanlarında oynuyorlar ama bugün diğer gruptan bir çocuğun doğumgünü olduğu için diğerlerini arka bahçeye almışlar, önde doğumgünü kutlansın diye. Benimki orda.. Kenarda bir oyun evinin içine girmiş, panjurları açıp açıp kapatıyor... Diğerleri öğretmenleriyle dans ediyorlar ama bizimki pek ilgilenmiyor bu dans faslıyla. Sonra evden çıkıyor etrafda dolanıyor, ablalarından biri de onun peşinde... Çok yakın takipde değil ama arkasında... Sonra tekrar eve giriyor, kafasını camdan çıkartıyor ve o anda gözgöze geliyoruz.. Kafayı biraz daha çıkartıyor ve oyuncak evden çıkıp demir parmaklıkların önüne gelip beni işaret edip ağlamaya başlıyor... Ahh nasıl bir andır o.. Anında arabadan çıkıp gidersin kapının oraya tabii... Neyse demir kapı bizim için açılır ve anne oğul kucaklaşır... Ağlama biter... Yani gözümle görmesem 10 dakika orda, zannedeceğim ki hep ağladı.. Sanırım çocukların kaprisleri hep böyle oluyor.. Anne baba onları görürken nazlan nazlanabildiğin kadar...

Biraz evvel Nicky bir mail atmış Kuzey ile ilgili.. İlk gün yorumları... Aynen yapıştırıyorum


Hi Ece,

Yes, Sam and Dani told me Kuzey saw you so you had to leave.  I think he had a very good first day, he was very easy to distract and keep happy.  He liked doing the Montessori activities, he really enjoyed playing outside.  He liked watching the other children and  he showed lots of idependence.  Once or twice he looked around (for you?) but as soon as we saw that we gave him hugs and distracted him.  He did not eat much but he did drink his milk, which is OK.

So a very good first day.   I am looking forward to tomorrow

See you then



Bakalım... En zor gün ikinci gün derler... nereye gittiğini bilecek ve annesinin onu orda bırakacağını da bilecek... Ama eninde sonunda annesinin onu tekrardan geri alacağını da öğrenecek... :)