30 Haziran 2012 Cumartesi

Bir uçtan bir uca... Üstelik iki çocukla...

Tamam çocuklarla uçağa binmeye çok alışkınım, iki çocukla da tek başıma Moskova-İstanbul uçak yolculuğu yapmışlığım var. Ama söz konusu kıtalararası bir yolculuk olunca, işte orda önce bir durun ve düşünün lütfen... Sonra hazırsanız başlayın beni dinlemeye...

Durban'a geleli 3,5 ay kadar olmadı bile.. Normal şartlarda yolu göze alıp Türkiyeye gelmeyi pek düşünmeyebilirdim ama baktım ki 3 haftalık tatil var, üstelik burda mevsim kış eh bir de aile özlemi basmaya başladı, hadi dedik fırsat bu fırsat bir gidelim İstanbula... Ama tam da adını koyamadım çünkü gerçekten de 2 çocukla bu kadar uzun bir yolu yapmaya cesaret edemiyorum... Uzun araştırmalardan ve ikna çabalarından sonra bir başka tanıdığımı da İstanbula seyahate ikna ettim... Onunda bir oğlu var Defneden 1 yaş büyük, düşündüm ki Defne ve Kerem birlikte oyalanırlar bana da ufaklık kalır sadece...

Herkes soruyor bu arada 'heyecanlı mısın, nasıl geleceksin' diye... Benim cevabım hep aynı... Düşünmüyorum.. Çünkü düşünürsem, korkup vazgeçebilirim... Düşünmedim hem de hiç, taa ki yolculuk saatine kadar...

Eşlerimiz bizi Durban havalimanına getirdi,bavullarımızı teslim ettik, bilet kontrolü tamam ve vedalaşmanın ardından (bu arada ben de ve arkadaşımda birkaç damla gözyaşı aktı tabii... Eşler de moraller fena değil gibi...!!) biz kalakaldık mı tek başımıza... Neyse ilk uçuş kısa.. Durban * Johanesburg 1 saat sürüyor.. Kalkması inmesi bir uçağın..

Durban Havalanında herşey sakinken...
İlk uçağımız saat 14.00de... Tam da vaktinde kalktı gerçektende.. Ben Kuzey ile yanyana oturdum arkamızda da arkadaşım Defne ve Kerem oturdular. Eğer benim yerimde bir başka Türk olsaydı büyük ihtimalle Defneyi uçaktan atarlardı çünkü tüm yol boyunca beni arkadan ayaklarıyla tepti durdu... Bir söyle iki söyle.. Yok hep aynı... Çocuk benim olunca da tabii çok kızamıyorsunuz...

İlk uçuşumuz gayet güzel geçtikten sonra, birinci etabı atlatmanın verdiği mutluluk ve güç ile uçaktan inip dışhatlar terminaline doğru epeyce uzun bir yürüyüş yaptık... Bu yürüyüşün tam başında uyku saati epeyce geçen Kuzey uyuya kaldı ve pasaportu geçip yemek yiyeceğimiz yere ulaştığımızda gözlerini açıverdi... Ve ne olduysa o an itibariyle oldu.. Benim melek yüzlü çocuklarım bir anda canavara dönüştü... Nasıl bir enerjidir o... Kerem bir tarafa, annesi peşinde, Kuzey bir tarafa Defne tam ters istikamete doğru koşturmaya başladı... Eşyalar bir tarafta bu arada... Bebek arabası ayrı bir tarafta.. Hangi birine sahip olacağımızı şaşırdık.. Kuzeyi bebek arabasına oturtmak isterken ki gürültü ve bağrış çağrışlarımız sanırım termiinalde 'canavar Türk anne' algısına sebep olmuş olabilir... Sonuçta bakışlardan rahatsız olup Kuzeyi kendi haline bırakma kararı aldım - mecbur kaldım- Kesin kaybolacak bu çocuk diye peşinde koştururken, daha 20 dakika önce değiştirdiğim bebek bezinin nasıl olurda karnına kadar tüm tshirtünü ve pantalonunun tamamının ıslanmasına sebep olduğunu da anlamış değilim... Sırılsıklam.. Herşey... Hadiii git bakalım bebek bakım odasına.. Bu halledildikten sonra size belki de okurken çok zor gözükmeyen 3 saat gene bu şekilde bir koşuşturmaca ile geçer gider... Bu arada doktorumun tavsiyesi ile de uçuştan 1,5 saat önce her ikisine de uçakta uyusunlar diye antihistaminik bir şurup verdim... İyi ki vermişim...!!! 

İkinci uçağımız 18.40da kalktı... Şansımıza uçağa otobüs ile gitme gafletinde bulunduk!!! yani hakikaten zor... Otobüsten in, hiç yerinde durmayan 5 yaşına yakın bir kızı mı kontrol edicem, laptop çantamı ve her iki çocuğun eşyalarının bulunduğu kocaman çantayı mı idare edicem, yoksa 1,5 yaşındaki 18 kilo ağırlığında ve ablasına özenip hiç yerinde durmayan çocuğu bebek arabasından indirip, bebek arabasını kapatıp birine teslim etmeye mi çalışacağım... Bu çok zorlayıcı bir etap... Neyse o da hallolduktan sonra 'Defne beni bekle' çığlıkları arasında kucağımda Kuzey ile merdivenlerden çıkp uçağa varabildik... Uçak ağzına kadar dolu... Defne ve Kerem birlikte oturacağız dediği için müthiş mutluyum, oyalanacaklar diye... Ben, Kuzey ve arkadaşım yanyanayız, yanımızdaki dördüncü koltukda da en az 2 metre boyunca 150 kilo ağırlığında benim 'kesin Türk ama merhaba demekten aciz bir Türk' dediğim ama hosteslerle İngilizce konuşan esmer, kıllı bir adam var.. Halinden doğal olarak hiç de memnun gözükmüyor...

Neyse çok uzatmayacağım, sonuçta uçak vaktinde kalktı, fakat THYdki sorunlardan dolayı sanırım koskoca uçakta 6 tane host ve hostes görev yapıyor toplamda.. 18,40da kalkan uçakda 22.00 gibi ancak yemek servis edilebildi.. Ve benim her gece 10 dakika geç yatsalar, olay çıkartan miniklerim, 19da değil uyumak, esnemiyorlardı bile... Yemek dağıtıldı ve 23 gibi toplanıp en sonunda ışıklar kapatıldı... Ve son bir saatini korıdorda sürekli ağlayan kocamannnnn oğlunu hoplatarak ve etraftakileri göstererek ağlamamasına çalışan BEN, oğlanın ışıkların kapanmasıyla birlikte uykuya dalmasının ardından, kendinden geçercesine koltukta yığılmışım... Bu arada doğruyu söylemek gerekirse Defne ile nerdeyse hiç uğraşmadım bile.. Ona zaten bakmaya veya onu bunu yapma demeye halim yoktu, allahtan bu görevi arkadaşım üstlenmişti... Ve Kuzey uyuduğu sırada baktım ki kızım da ayağına hosteslerin verdiği yeşil çorabı giymiş, gözüne de göz bantını takmış koltukta uyuyakalmış...

Her zaman çalışan klimalara inat bu sefer uçak inanılmaz sıcaktı.. Öyle ki oğlan bu sıcaktan dolayı uyuduğu süre boyunca tam 4 biberon su içti ve yalanım yok, tam 5 kez de bez değiştirdim... Hostesler sürekli su istememden biraz rahatsız olmuş olacaklar ki 2. seferden sonra bana 3 küçük şişe suyu totan veriverdiler.. Bu arada ışıklar 23de söndü dedim ya, 03de de kahvaltı servisi için tüm ışıkları açıverdiler.. Uçak 5 giibi ineceği için sanırım ancak servis yapabiliriz modunda olan hostesler bize bu kısa uykuyu çok gördüler... Ve doğal olarak oğlan uyandı... 4 saatlik uykunun vermiş olduğu büyük mutlulukla!!!!! oraya buraya saldırmaya başladı... 2 saat süren mücadelenin sonunda, uçak indi... Biz kendimizi attık, doğruca pasaporta ordan da bavullara... 40 dakika süren bavul bekleme seansından sonra ilk gelen bavulların benim olduğunu görmek, pıyango çıkmış kadar mutlu etti diyebilirim...

Sonra taksiye biniş ve ave varış.. Anne şevkati.. Valianın olmasının verdiği mutluluk... Ve yastığa konulan kafa...

14 saatlik yolculuk bitti mi bitti... !! Dönüşe kadar rahatım.. En azından dönüşte eşimin de yanımda olacağını bilmek bana güç veriyor.. Ama gene de son güne kadar yolculuğu düşünmeme hakkımı kullanıyorum...:)

Bıkmadan yazımın sonuna kadar okuyabildiyseniz teşekkürler... :)