Enteresan bir kızım var benim... Aslında biraz da bana benziyor sanırım... güçlü ve duygularını çok belli etmiyor ama bana göre daha çabuk uyum sağlıyor, daha çabuk yürüyüp gidebiliyor... ya da belki daha henüz 5 yaşında olduğu içindir bilemiyorum...
Kolay değil, Moskovadan geldik, nerdeyse tek kelime ingilizcesi yoktu, arkadaşlarını, özellikle de Valiasını bıraktı ve geldi anne babasının peşinden Güney Afrika'ya.. Sesi çıkmadı, doğru dürüst sızlanmadı bile... Yazmıştım daha evvelden aslında en zor durum onunki diye, ama o adapte oldu, ingilizce konuşmaya başladı, arkadaşları oldu... takip edenler bilir, bir de aşık oldu ilk kez.. Jac'a.. Sarı saçlı mavi gözlü kıpır kıpır Güney Afrikalı çocuğa.. Bir elmanın iki yarısı dedi öğretmenleri, birbirlerini iyi yönde etkiliyor dediler... Defne'nin okula adapte olmasında Jac'ın katkısı çok dediler..
Tam herşey yolunda giderken, Jac'ler taşınmaya karar verdı, bazı ailesel problemlerden dolayı... Herkesi aldı bir telaş, başta da beni tabii... Çocukların haberi yoktu gidişattan ama öğretmenler bile sormaya başladı, ne olacak nasıl olacak bu ayrılık diye... Okulun 3. dönemi bitti, araya 1 haftalık bir tatil girdi.. Jac gitti... Okulun açılmasından 1-2 gün önce dayanamadım, annesinden öğrensin istedim... Söyleyiverdim Defneme Jac'ın başka okula gittiğini... Bana baktı ve 'ben de o zaman başka okula gideyim' dedi... Ona neden gidemeyeceğini basitce anlatmaya çalıştım.. Moskovadan ayrıldığımızda diğer arkadaşlarının birlikte okudukları kreşe devam ettiklerini söyledim...(Oysa ki ordaki en yakın arkadaşı Ulyana, 'Defnesiz o kreşe gitmem' deyip, günlerce ağladığı için anne babası kreşini değiştirmek zorunda kalmışlar... Söyliyemedim bunu tabii...) Başka birşey söylemedi.. Hepsi bu...
Tatil bitti, okul başladı... Öğretmeni ile sürekli konuşuyoruz, tüm gün gözlemliyor Defnemi... Hiç sorun yok, diğer arkadaşları ile oynuyor... Koşuyor, zıplıyor, derslerini takip ediyor, resim yapıyor... her zamanki Defne gibi... Enteresan.. Ama güzel... Bu onun Jac'a değer vermediğini göstermiyor, ama hayatına devam ettiğini gösteriyor... En çok da ben anlıyorum sanırım onu... Bana da duygusuz dendiği çok olmuştur ama bu duygusuzluk değil, bu kendi hayatını yaşayabilmesi ve ayakta güçlü bir şekilde durabilmesi için gerekli olan bir davranış şekli.. İçinde fırtınalar belki koptu belki hala kopuyor ama o hayatına kaldığı yerden devam ediyor.
Moskovadayken kreşdeki çok yakın arkadaşlarından biri 1.5 ay kadar kreşe gelmemişti. Kreşe geldiği ilk gün, Defnenin boynuna atılmış ve 'biz gene en yakın arkadaşız değil mi' diye sormuştu... Defnenin verdiği cevap ise 'sen beni bırakıp gittin, benim artık başka en iyi arkadaşım var, ama istersen sen de bize katılabilirsin' olmuştu... 4 yaşında var veya yoktu o zaman... Duygusuzluk değil bu, güçlü olmak bence... Kendi yoluna gidebilmek... Bu şekilde olmasa nasıl sıfırdan hayatını kurup, yabancı bir memlekette bu kadar kısa bir zamanda kendi ayakları üzerinde bir kere bile sızlanmadan okula gidip, başarılı olup, bir sürü arkadaşı olabilirdi ki...
Jac gitti, 2 hafta bitti bile... Arada sırada ondan sevgi ile bahsediyoruz.. Defneye belki Jac'ı görme şansımızın olduğunu söyledim (yalan değil, hala Güney Afrika'da çünkü sadece başka şehirde ve o şehirde bizim görmeyi çok istediğimiz bir 'elephant reserve' var... )
Hayat devam ediyor... O da hayatına devam ediyor... Yeter ki sağlıklı olsun... Gerisi boş... Gerisi her zaman geride bırakılabiliyor...
Aslında ne kadar zor gerçekten :(((
YanıtlaSilAblam da bana sen beni bırakıp gittin demişti:(
Burcu